http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1067350&CategoryID=42
Türkiye 12 Eylül 1980’den bu yana bir süreç yaşıyor. Her ne kadar 12 Eylül
2010’da ironik refarandum yapılsa da bu sürecin dışına çıkılabilmiş
değil. Türk yargısı da payına düşeni yaşadı. Hatta yargıdaki
değişiklikler, 12 Eylül sürecinin devam ettiğinin en önemli kanıtlarından biri.
Eski HSYK oluşumu ve tasarrufuyla hep eleştirildi. Yargıçlar ve savcılar
eski HSYK’yı kendilerine yakın görmedi, aksine tüm taleplerinde muhatap
oldukları Adalet Bakanlığı’nı
hiyerarşik düzen içinde üst-amir olarak kabullendi. Bu durum bir
anlamda toplumda yerleşik ataerkil, otoriter ve hiyerarşi sever
değerlerin mesleki ilişkilere de yansımış halidir. Adalet Bakanlığı
da kendi elindeki sözde eski HSYK’nın sekreteryası görevini üstlenen
personel genel müdürlüğü, disiplin işlerini yürüten ceza işleri ve bağlı
müfettişleriyle baskı ve bağlılığı güçlendirmekten geri durmadı.
Anayasa’daki yargı bağımsızlığı ve yargıçlık teminatı ilkelerini bir
nevi uygulamadan kaldırdı. Böylece Türkiye’de bağımsızlık ilkesi ile bağdaşmayacak biçimde bir yargı bürokrasisi yaratıldı.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “Yargıçların seçimi ve kariyerleri
konusunda karar veren mercii hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu
merciin bağımsızlığını teminat almak için getirilecek kurallarla,
merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli, bu merci kendi usul
kurallarını vaaz etmelidir” ifadesini içeren tavsiye kararı
doğrultusunda da 12 Eylül
refarandumu ile HSYK’nın oluşumuna ilişkin Anayasa değişikliği yapıldı.
17 Ekim 2010 tarihinde yargıç ve savcılar arasında yapılan seçim ile
içinde Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarının da bulunduğu yeni HSYK
oluşturuldu ve faaliyetine başladı.