20111031

Nasil Gecti habersiz?

Orijinal Yazi
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1067350&CategoryID=42

Türkiye 12 Eylül 1980’den bu yana bir süreç yaşıyor. Her ne kadar 12 Eylül 2010’da ironik refarandum yapılsa da bu sürecin dışına çıkılabilmiş değil. Türk yargısı da payına düşeni yaşadı. Hatta yargıdaki değişiklikler, 12 Eylül sürecinin devam ettiğinin en önemli kanıtlarından biri.
Eski HSYK oluşumu ve tasarrufuyla hep eleştirildi. Yargıçlar ve savcılar eski HSYK’yı kendilerine yakın görmedi, aksine tüm taleplerinde muhatap oldukları Adalet Bakanlığı’nı hiyerarşik düzen içinde üst-amir olarak kabullendi. Bu durum bir anlamda toplumda yerleşik ataerkil, otoriter ve hiyerarşi sever değerlerin mesleki ilişkilere de yansımış halidir. Adalet Bakanlığı da kendi elindeki sözde eski HSYK’nın sekreteryası görevini üstlenen personel genel müdürlüğü, disiplin işlerini yürüten ceza işleri ve bağlı müfettişleriyle baskı ve bağlılığı güçlendirmekten geri durmadı. Anayasa’daki yargı bağımsızlığı ve yargıçlık teminatı ilkelerini bir nevi uygulamadan kaldırdı. Böylece Türkiye’de bağımsızlık ilkesi ile bağdaşmayacak biçimde bir yargı bürokrasisi yaratıldı.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “Yargıçların seçimi ve kariyerleri konusunda karar veren mercii hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat almak için getirilecek kurallarla, merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli, bu merci kendi usul kurallarını vaaz etmelidir” ifadesini içeren tavsiye kararı doğrultusunda da 12 Eylül refarandumu ile HSYK’nın oluşumuna ilişkin Anayasa değişikliği yapıldı. 17 Ekim 2010 tarihinde yargıç ve savcılar arasında yapılan seçim ile içinde Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarının da bulunduğu yeni HSYK oluşturuldu ve faaliyetine başladı.


Aynen muhafaza
Yeni zihniyetten bahsedilmesine, bağımsız yargı önermelerine karşın 12 Eylül darbesiyle Adalet Bakanlığı’na bağlanan yargıçlarla ilgili kimi düzenlemeler yeni dönemde de muhafaza edildi. Yeni HSYK üyeleri arasında Adalet Bakanı ve Müsteşarı yanında dört ayrı bakanlık bürokratı bulunduğu, herkesin malumu. HSYK aday belirleme süreci Adalet Bakanı’nın bilgisi dahilinde uzun yıllar Bakanlığın her kademesinde çalışmış ve halen yeni HSYK’nın 1. Daire Başkanı olan bir bürokrat tarafından yönetildi. Böylesine örgütlü bir güce karşı, yargıç ve savcılarımızın karşı koymaları olanaksızdır.

Blok oy
HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin kuruluşuna ve işleyişine ilişkin yasa değişikliklerinin yapılmasını müteakip Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine toplu seçimler ve atamalar yapıldı. Yargıtay ve Danıştay’da toplu üye seçim ve atamalarından sonra Türk yargısı ilk defa yeni seçilen üye sayısına karşılık gelen blok oy kullanımlarına tanık oldu. Bu arada Danıştay üyeliğine HSYK ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerinin birbirlerine benzerliğini, Adalet Bakanlığının HSYK tarafından Yargıtay’a seçilmeyen bürokratlarının Danıştay’a üye seçilmesini hatırlatmak isteriz.
Blok davranışlar neticesinde şekillenen Yüksek Mahkemelerde üyelerin görev yerlerinin istekleri dışında değiştirilmesinden, liyakat, kıdem ve mesleki deneyimin gözardı edildiği başkanlık seçimlerinden tutun, Yargıtay ve Danıştay’ın şimdiye kadar görülmeyen biçimde özel kalem müdürlerinden genel sekreterlik kadrosunun tamamıyla değiştirilmesine, Yargıtay Başsavcılığında özellikle özel bölümlerde çalışan savcıların görev yerlerinin, iş bölümünün değişimine, AKP’nin kapatma davasında görev yapan savcıların özel yetkili mahkemelerce sorulmasına ve bu savcıların bir kısmı yargıç ve savcı dernekleri ile sendikaların kurucu ve yöneticileri olmasına karşın Ankara dışına atanmalarına tanık olundu.
Kararnamelerle değiştirilen Başsavcıların, Adalet Komisyonu Başkanlarının sayısını hatırlamanın mümkün olmadığını, Ankara, İzmir, Adana gibi büyük merkezlerin komisyon başkanlarının görevlerinden alındığını anımsamalıyız.
Başbakanın savcılığını yaptığı soruşturma ve davalara bakan ve fakat şüpheli veya sanıkların tahliyesi yönünde görüş bildiren özel yetkili mahkeme başkan ve üyelerinin, savcılarının istekleri dışında, masumiyet karinesi ihlal edilerek tamamlanmamış soruşturmalar gerekçe gösterilerek görevlerinden alındı. Jet soruşturma izni verilmeleri, tecrit politikaları uygulanarak emekliliğe, istifaya zorlanmaları, tutuklamadan yana olanların ödüllendirilip mahkeme başkanı, başsavcı vekili gibi görevlere atanmaları, onca şikayete rağmen soruşturma izni verilmemesi de bu dönem içinde gerçekleşen başka ‘yenilikler’ oldu.

Terfi
Ankara İdare Mahkemelerinin neredeyse tüm başkanlarının, Türkiye’deki Bölge İdare Mahkemesi Başkanlarının da yine bir şekilde istekleri dışında veya ‘istettirilerek’, hatta ‘terfii ettirilerek’ başka yerlere atanmaları, mahkeme üyelerinin görev yerlerinin harmanlarcasına değiştirilmesi de görülmüş şeyler değildi.
Yeni başsavcıların iş bölümün görüntüsü altında neredeyse tüm savcıların görev yerlerini değiştirmelerine, özel bilgi ve tecrübe ve ilgi gerektiren memur suçları ve benzeri bürolara görevlendirmeler yapılmasına, iktidara yakın kişi ve kuruluşlar aleyhine soruşturma yapan savcıların görevden alınmalarına, Adalet Bakanının oluşturduğu listeden HSYK yedek üyeliğine seçilen savcıların görevlendirilmesine kadar bir dolu ‘yeniliğe’ de yine bu dönemde tanık olduk.
Deniz Feneri soruşturmasından alınan savcılar hakkındaki soruşturma ile ilgili karar verme durumunda olan, HSYK Başkanı da olan Adalet Bakanı ile Başkan Vekilinin herkese lazım ‘masumiyet karinesini’ ihlal eder ve ‘ihsası rey’ oluşturur şekilde, savcıların yasal dayanaklarını bir tarafa itip kusurlu olduklarına dair açıklamalar yapmalarını, ilk kez bu dönemde gördük.
İleri demokratik düzen vaatleri arasında, haksız tutuklamaların artışı, faşizme hayır diyen, parasız eğitim isteyen, HES’leri, başbakanın mitingini protesto eden gençlerin, yurttaşların tutuklanmaları, hatta ölümüne sebebiyet verilmeleri de yine bu dönemde tarihe not olarak düşüldü.
Anımsamaya çalıştığımız tasarruf örnekleri çoğaltılabilir. Ben şimdi soruyorum yüce milletimize, yargı camiamıza: Bu kadar otoriter, ataerkil bir kültür içinde, takacağı rozeti, giyeceği cüppeyi (tabii ki yaptığı göreve ve rütbesine göre) dahi Adalet Bakanlığının belirlediği, mahkemelerin bütün bütçesinin Adalet Bakanlığı tarafından belirlendiği ve yargıçlar ile savcıların Adalet Bakanının belirlediği yerde oturduğu, ‘yargı faaliyeti’ icra ettiği mevcut yapı ve zihniyetle Türk yargısının kültürü ‘yargıçlar mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerine göre görev yaparlar’ ilkesine uygun olacak biçimde değişir mi?

MUSTAFA KARADAĞ:  YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara Hakimi

No comments: