From October 24, 2011 |
Böyle zamanlarda, zamanın kendisi hakkında yazmak kolay değil. İllaki birinin hassasiyetine kışt demiş, öbürünün kanayan yarasını tuzlamış, berikinin asabını zorlamış oluyorsun. Öte yandan yazmamak da elde değil; zira hafta oldu içim kabardıkça kabarıyor. Ah vah etmekten de, görmezden gelemeye çalışmaktan da, kendi sefil gerçekliğimde mutlu olmaktan da, utanıyorum.
Sevdiğim insanları uzak, medeni memleketlerde yaşamaya ikna etmeye çalışırken buluyorum kendimi. Seve seve terk edeceğim seni cici ülkem, çünkü değişmeyen, kaba saba, dayakçı manita gibisin. Her gün şiddetinin dozu artıyor, hep kan sızıyor dudaklarımızdan.
Denecek şey o kadar basit ki, kimsenin dememesi en yorucusu.
"Doğru yönetilen ülkelerde terörden, depremden, trafik kazasından yüzlerce, binlerce insan, sürekli olarak ölmez."
Oysa Türkiye'de tüm musibetler mükerrer.
Her acı bir sonrakinin provası, her ölüm mukadderat, her hata daha henüz yapılmışken, tekrara teşne...
Dünya siyaset tarihi, insanların mümkün olduğunca eşit ve doğru yönetilmesi için bin yıllardır muhtelif sistemler geliştiriyor. Misal çok uluslu, çok dilli, eşit olmayan maddi gelirli, geniş bir nüfusunuz varsa, federe bir devlet olmayı tercih edebiliyorsunuz. Kendi yasası olan eyaletleri, tek bir federal anayasa altında toplayıp, daha kolay çalışan bir sistem elde etmeye çalışıyorsunuz.
Bu sadece bir (sayıyla 1) yol üstelik; uygulanmaya açık, denenmesi muhtemel pek çok siyasi sistemden sadece bir tanesi.
Bilim temelde insanı daha rahat, daha uzun ömürlü kılmak için bin yıllardır muhtelif icatlarda bulunuyor. Mühendislik dalları geliştiriyor. Misal ülkenizin neredeyse tamamı deprem bölgesiyse, depreme dayanıklı bina inşa edebiliyorsunuz. Bunu yapacak teknoloji, ilim, insanlığa çok yabacı değil. Yahut, ülkenizde ulaşım ekseriyetle kara yolları üstünden gerçekleşiyorsa, kazaları minimize edecek yollar, trafik kuralları, araçlar geliştiriyorsunuz.
Keza hukuk, icadından bu yana insanlığı daha adil, daha iyi yaşatmak için evrensel değerler geliştirmeye çalışıyor. Misal ülkenizde sıklıkla yapılan hatalar varsa, bu trafikte sorumsuzca araç kullanmak, dayanıksız bina inşa etmek ya da bir kısım azınlığın öyle bir hakkını yemek ki, bitmeyen husumetler çıkartmak olabilir pekala, o zaman o konuda önlemlerinizi arttırıyor, ceza sisteminizi, kontrol ekiplerinizi, kanunlarınızı yeniden değerlendiriyorsunuz. Suçluları yargılamakta olduğu kadar, hataları önlemede aynı oranda takipçi, ısrarcı oluyorsunuz.
Ya da ülke olarak "hiçbiri olmamayı" seçiyorsunuz.
21. yy'ın orta yerinde, halkınızı üniter devletin ne olduğunu bilmeden, olabilecek her türlü farklı siyasi sisteme karşı çıkacak şekilde eğitiyor, bir kısım halkın varlığını haksız buluyor, kavgalı olduğunuz ülkelerden silah alıp, o kısım halkın üzerine üzerine cenk ediyor ve bunu 30 sene boyunca yapmaktan, sonuç alamayıp gene yapmaktan, zerrece imtina etmiyorsunuz.
Yine 21.yy'ın orta yerinde, en pahalı benzin ve en yüksek vergili arabalarla doldurduğunuz kara yollarında, bir şekil her yıl yüzlerce kişinin ölmesine engel olmamayı, ne yola, ne araç kullanımına bir düzen getirmemeyi tercih ediyorsunuz. Her bayramınız ulusal felaket gibi geçiyor; milletin ülkesinde en büyük afette ölen insan sayısına denk insanı, hiç canınız sıkılmadan ebediyete yolculuyorsunuz.
Sktiğimin 21.yy'ı sanki bize hiç gelmiyor. Deprem kuşağında yaşıyor, ama çürük bina yapılmasına göz yummaya, daha da ibnecesi kamu binalarını bile çürük inşa etmeye devam ediyorsunuz.
İstanbul depremini beklerken, 16 milyon insanın yaşadığı bu kentte kaç binanın, kaç viyadüğün, hangi köprünün yıkılacağını kontrol etmeye gerek görmüyor, kente bir afet sistemi kurmuyor, insanları zorunlu olarak deprem konusunda eğitmeye tenezzül etmiyorsunuz.
Hayat tercihlerle dolu aslında. Ölmek, ama her halükarda ölmek, kaçınılmaz değil.
Savaş ve terör, önlenemez, durdurulamaz, ikame edilemez değil.
Deprem korunulamaz, Allah'ın emri, kulun rızası değil.
Trafik dünyanın pek çok ülkesinde artık sorun bile değil.
Yazının burasında sadece 1 an, şimdiye kadar düşünmüş olduklarını, üzülmüş, bunalmış, öğretilmiş ve ikrah etmiş olduklarını unut, yukarıdaki üç cümleyi mantra gibi tekrar et isterim sevgili okuyucu.
Her gün aynı hatanın tekrarını yaşamak kader değil.
Hepimize, "kimsenin kimseyi öldürmediği ve dahası nefretle ötekilemediği, kazaya ve felakete sadece seyirci kalınmayan bir ülke" diliyorum.
Biterken,
Görsel olarak "enkaz önünde çocuk", "bayrağa sarılı tabut önünde çocuk", "düğünden dönerken terörist diye vurulan çocuk" çeşitlemeleri düşünmedim değil. lakin ben onlara bakamıyorum pek. kaddafinin linçlenmiş cesedine de, apo'ya işkence önerisi olan tweetlere de, van'daki depremi ilahi adalet olarak nitelendiren yazılara da, bakamıyorum lan ben.
dünyanın yüzüne bakasım yok. öyleyken, böyle...
No comments:
Post a Comment