Belli basli takintilari olan birisi oldugum kesin. Iste insan bunlari sevimli gosterip kabul edilebilir kilmaya calisiyor. Bu filmin hikayesi de biraz oyle.
1995 yapimi film bir Wayne Wang ve Paul Auster yapimi. Paul Auster'in hikayelerindeki havayi buram buram hissettiginiz, cok fazla inis cikislar olmadan tatli bir hikaye dinlercesine "yumusak" giden bir film. Filmin tum bu "teknik yanlarini bir yana birakip benim hafizamda nasil yer ettigini deginecegim biraz.
Bilenler bilir TRT 2 bir zamanlar, sanata hizmet eden bir kanaldi. Her ne kadar gec vakitlere sikismis programlarda olsa kaliteli sinema kusaklari vardi. Bizim evde her zaman (en azindan son 20 yildir) 1 den fazla TV vardir. Pek cok evde oldugu gibi sadece misafirlere ve ozel durumlarda acilan dantelli ortuler altinda bir salonda durur bu televizyonlardan biri. Iste oyle bir sisman gorunumlu, hafif soluk renkli bir ekranda yanlis hatirlamiyorsam cumartesi gunlerinden annemlerin yanindan ayrilir nispeten serince olan salona gecerdim. Internetsiz yillarda surekli yeni seyler kesfetmenin heyecanliyla izlerdim programi. Iste boyle bi aksamda Atilla Dorsay Smoke-Duman filmini anons ettiginde filmle ilgili tek bildigim Harvey Keitel ismiydi. Bu film de ilk kez adini duyacagim Paul auster, william Hurt, Forest Whitaker ile olan ilk tanismam ileriki yillarda olacakti.
NOT: yazinin Bundan sonrasi filmle ilgili onemli SPOILER lar icermektedir, eger filmi izlemediyseniz ve mutlaka objektif olarak izlemeyi tercih edenlerdenseniz okumayi biraz erteleyin derim.
Oldum olasi Belli bir atmosferi olan ve belli belirsiz bir gulumseme ile kendini izleten filmlere bayilmisimdir. Duman da ilk sahnesinden itibaren bunu vaad eden bir film.
Filmin acilis sahnesinde arkada puslu bir gun de New york u ve agir agir ilerleyen sarkilara konu olmus "downtown train" yol almaktadir. O gorkemli turistik sehir gorunumunden uzak, daha gercek gorunen, sabah yeni uyanmis haliyle NYC.
Tabii o zamanlar ben Tom Waits gerceginden bihaberdim. Neyse bu detaya gelecegim yazinin sonlarinda. Burdan filmin hikayelerinin cogunlugunun gectigi Auggie (Harvey Keitel) in tutun dukkanina geceriz. Siradan bir yaz gunu oldugu belliydi. Izmir'de gormeye cok alisik oldugumuz nemli sicagi hemen hissedersiniz. Basit ve sevimli bir hikaye ile baslar film.
Paul (william hurt) Dumanin agirligini olcme uzerine sakin (bu kelimeyi cok kullanacagim) bir masal anlatir. Komik bir ayrinti da, filmin en onemli karakterlerinden olan Paul, filmin senaristi ile ayni adi tasimasi, ve bu sicak New York yazinda yeni romanini, hikayesini yazmakla mesgul bir yazar olmasi. Film temelde 5 karakterin birbiriyle kesisen hikayeleri uzerine kurulu. Fakat filmin akisi bu kesismenin cozumune bagli degil. Sadece 5 farkli hikayeyi ayni karakterler ile anlatmak icin kullaniliyor. O zamanlar son yillarima kiyasla cok daha fazla okuyordum ve bu hikayeler bana yeni okunacak hikayeler sunmustu. Filmin temel anlatisi zaten
Herneyse, Konuda cok dagilmadan, Ilk bolum Paul un hikayesi:`Herkesin anlatacak bir hikayesi vardir.`
Esini bir silahli market soygununda kaybetmis mutsuz ve tikanmis bir yazar. Yasantisi kaza gecirmesinden onu kurtaran Rashid ile kesisir. Komik bir ayrinti Rashid karakterini oynayan oyuncu da Harold Perrineau daha cok sonradan unlu Lost Dizisinde unlendi (kucuk cocugun babasi micheal rolunde). Paul bu yardimindan dolayi Rashid'e yardim onerir, nezaketen. Daha sonra babasini aramak icin evden kactigini ogrendigimiz Rashid, bir sure Paul un yaninda kalir, hem Paul un hem de Auggie nin hayatina girer.
Paul bir aksam sigarasiz kaldigi icin (gercekten benim icin ilk sigara-kahve ikilisinin aklimda yer ettigi sahnelerden) Auggie nin dukkanina-evine gider. New york Megapolunde de olsalar arada kalmis bu mahallede o sevimli bir arkadaslik ve yerel insanlarin kucuk bir koy edasiyla yasamina tanik oluruz. Auggie Paul e bir bira teklif eder, sohbete dalarlar. Hayatta yaptiklari ve hobileri uzerine bir konusma gecer. Auggie yillardir devam ettirdigi bir fotograf projesini Paul e gosterir.
Sanirim bu benim Fotografa daha da ozelinde Sokak fotografciligina ilk ilgimin uyanis noktasi oldu. Auggie her sabah 8 45 te dukkaninin onunden ayni kavsagin fotografini cekmektedir. Bu yuzden tatile bile gidemez.
Auggie bunun sebebini de "Bu benim hayatimin projesi" diyerek ozetler.
Beraber siyah beyaz fotograflara bakarken Auggie Paul e fotograflara nasil ozenle bakmasi gerektigini ve hepsinin farkli gunler farkli hikayeler tasidigini anlatir. Bu Gercekten beni ilk izledigimde (aslinda hala her izledigimde) etkilemisti. Insanlarin gunumuzun telasindan kurtulup sakin ve durarak yasamlarina uzaktan bakmasi fikri, cok rahatlaticiydi.
Siz de resimlere bakarken hikayelerini duymak icin biraz duraksayin.
Paul de yeni bir sey bir felsefe kesfetmenin zevkiyle sayfalari cevirir, ta ki kaybettigi esinin fotografi ile karsilana kadar (son fotograf). Ve burada cozulup aglamaya baslar.
Belki bu sahnenin dramindan belki degil ben o an anlamli bir proje guzel bir hobi edinme karari vermistim. Fotograf ise bu filme bakince kolay cozum gibi gelmisti. Kayda deger bir seyler yapma hissi... Cocuksu bir heyecanla filmde gordugum kamerayi da yillar sonra ingilteredeyken satin aldim. Paketi acarken ki heyecanimi aklimdan gecenleri herhalde hayal edebilirsiniz.
Filmin geri kalani ile ilgili cok konusmadan resimlerle uzerinden gececegim.
Ruby nin hikayesi bence digerleri arasinda en siradan olaniydi. Ama burada da gene unlu bir yuz karsimizda. Grease muzikalinden tanidigimiz Stockard Channing (Betty Rizzo)Grease - Betty Rizzo - Pink Lady
Rashid babasini bulur ama kimligini gizlerRuby ile Auggie'nin kizi oldugunu iddia ettigi Felicity'i gormeye giderler. Bu karakterde de o zamanlar unlu olmayan Ashley Judd var. Genel olarak sevmedigim bir oyuncu, belki de en iyi performansi bu filmdeydi.
Rashid ve Paul yakin arkadas olmuslardir. Paul Rashid den hikayesini okuyup yorumlamasini ister. Ilerleyen dakikalarda ise Rashid bu hikaye kitapcida gordukleri bir kizi tavlamak icin kullanir. Oldukca komigime gitmisti bu sahne de. Ama ise yaramisti, en azindan filmde.Tabbi ki heyecani tirmandiran bir sir ortaya cikar ve Paul-Rashid iliskisi sarsilir.
Yaptigi bir hata ile dukkaninda calismasina izin verdigi Auggie ile Rashid in arasi acilir. Gizlenmis calinti para Auggie nin zararini kapatmak icin kullanilir, falan filan. Neyse filmin diger benim icin onemli olan kismina geleyim.
Auggie nin Noel Hikayesi. Daha onceki bir yazida da buna yer vermistim. Hikayenin tamamini izlemenizi siddetle tavsiye ederim. Kisaca, Paul un gazete de yayinlanmak uzere bir noel hikayesine ihtiyaci vardir, ve Auggie bir ogle yemegi karsiliginda duydugu en guzel noel hikayesini anlatmayi vaad eder Paul'e.
Cok kisa ekranda gordugumuz bu karede aslinda Auggie nin dogacladigi hikayenin tum anahtar kelimeleri gazetenin uzerinde mevcut. Ne tesaduf (!).
Bu son bolumun en sevdigim yanlarindan biri neredeyse tek sahnede cekilmis olmasi. Hikayenin akisi ile beraber kamera cok yavasca Auggie nin yuzune yaklasir. Filmin son sahnesinde Paul ve Auggie sigaralarini yakar keyifle dumanini uflerler.
Cok Keyifli bir baska replikle filmin finali gelir.
Auggie Wren: If you can't share your secrets with your friends then what kind of friend are you?
Paul Benjamin: Exactly... life just wouldn't be worth living.
Renkler solar ve siyah beyaz bir flash-back ile Auggie nin Hikayesini izlemeye baslariz.
Iste bu andan itibaren hayalini kurmaya baslayacagim kamerayla tanistim.
Geri planda ise gene benim icin yeni bir isim Tom Waits calar. "Innocent when you Dream" sarkisi eski ve puslu sesiyle beynime kazindi bu filmde. Iste bunca ilkler ve yenilerle dolu bir filmi nasil olurda sevmem?
Ve inanmayacaksiniz ama 1500 sarkilik winamp listemde bu sarki cikti su anda.
Evren bize gulumsuyor.
Bunu da okuyun: http://www.liceogrigoletti.it/docenti/doc16/files/smoke%20review.pdf
No comments:
Post a Comment